Güneşin Altındaki

Latest Comments

Görüntülenecek bir yorum yok.

Güneşin Altındaki Kötülüğün Freudyan Bir Değerlendirmesi

1. Giriş: Metinde Bilinçdışının Perdelenmesi

Sigmund Freud’un psikanalitik teorisinin temel ilkeleri, edebi eserleri yorumlamak ve insan deneyiminin karmaşıklıklarını anlamak için değerli bir çerçeve sunmaktadır. Freud’un bilinçdışının düşünceler, duygular ve davranışlar üzerindeki etkisine odaklanması, insan doğasının derinliklerine inmemizi sağlamaktadır.1 Bu raporun amacı, sunulan Türkçe metnin detaylı bir Freudyan psikanalitik analizini yapmaktır. Kullanıcının özel sorularını doğrudan yanıtlayarak ve altta yatan psikolojik temaları ve dinamikleri keşfederek metni inceleyeceğiz. Raporun yapısı, kullanıcının numaralandırılmış her sorusunun ilgili Freudyan kavramlar ve sağlanan araştırma materyallerinden elde edilen bilgilerle desteklenen özel bölümlerde ele alınacağını gösterecek şekilde düzenlenmiştir.

2. Ruhun Mimarisi: Anlatıda İd, Ego ve Süperego

  • 2.1. İd: İlkel Arzular ve Haz İlkesi:
    Freud’un id kavramı, tüm doğuştan gelen ihtiyaçların, duygusal dürtülerin ve cinsel dürtü de dahil olmak üzere arzuların bilinçdışı kaynağı olarak tanımlanır. İd, hazzı arayan ve acıdan kaçınan haz ilkesi tarafından yönlendirilir ve tüm isteklerin, arzuların ve ihtiyaçların derhal tatminini hedefler.3 Metinde yer alan “mal, mülk” ve “saygınlık” arayışı, id’in maddi kazanımlar ve sosyal statü yoluyla tatmin olma arzusunun bir yansıması olarak görülebilir. Metinde geçen “yerine gelmeyecek isteği yoktur” ifadesi, bu kişinin id’inin görünüşte tüm arzularına ulaşmış olduğunu düşündürmektedir. Ancak, “İnsan hep boğazı için çalışır” ifadesi, temel hayatta kalma dürtülerinin ve fiziksel ihtiyaçların id’in en temel itkilerinden biri olduğunu göstermektedir.2 Zengin adamın başlangıçtaki tanımı, id’in birçok arzusunu (“yerine gelmeyecek isteği yoktur”) yerine getirmiş gibi görünmektedir. Metin, bu kişinin arzu ettiği her şeye sahip olduğunu açıkça belirtir ki bu da id’in anında ve tam tatmin arayışıyla uyumludur. Potansiyel zenginliğe rağmen sürekli olarak geçim için çalışmak (“boğazı için çalışır”), id’in doyumsuz doğasına işaret etmektedir. Maddi ihtiyaçlar karşılanmış olsa bile, id’in dürtüleri sürekli olarak daha fazlasını aramaktadır.
  • 2.2. Ego: Gerçekliğin Arabulucusu ve Gerçeklik İlkesi:
    Ego, id’in doğuştan gelen dürtüleri, dış gerçekliğin talepleri ve süperegonun yargılayıcı rolü arasında aracılık eden, algılayan ve mantıksal olarak örgütlenen bir araçtır. Ego, hazzı erteleyen ve ancak uygun ve gerçekçi yollar bulunduğunda id’in enerjisinin serbest bırakılmasını sağlayan gerçeklik ilkesine göre işlev görür.3 Metinde, zengin adamın mal ve mülk sahibi olmasına rağmen bunları yiyememesi (“Tanrı yemesine izin vermez”) ve bu durumun “boş ve acı bir dert” olarak tanımlanması, egonun id’in haz arzusunu bazı dışsal kısıtlamalarla etkili bir şekilde yönetmekte başarısız olduğunu düşündürmektedir. Bu kısıtlama, süperegonun içsel bir yasağı veya dışsal bir durumun böyle algılanması olabilir. Bilge ve akılsız arasındaki karşılaştırma (“Bilgenin akılsızdan ne üstünlüğü var?”), egonun akıl yürütme ve problem çözme (ikincil süreç düşüncesi) kapasitesiyle, gerçeklikle başa çıkma mekanizmalarıyla ilişkili olabilir.4 Zengin adamın zenginliğinin tadını çıkaramaması (“Ama Tanrı yemesine izin vermez”), egonun id’in haz arzusunu bazı dışsal kısıtlamalarla etkili bir şekilde uzlaştırmakta başarısız olduğunu göstermektedir. Sağlıklı bir ego, id’i tatmin etmenin gerçekçi yollarını bulur. Tadını çıkaramama, bu süreçte bir aksaklığa işaret etmektedir. Metinde bahsedilen bilgelik (“Bilgenin”), yaşamın karmaşıklıklarını anlama ve bunlarla başa çıkma konusunda daha gelişmiş bir ego işlevini temsil edebilirken, akılsızlık (“akılsızdan”) daha az olgun veya etkili bir egoyu gösterebilir. Freud, bilgelik ve rasyonel düşünceyi egonun işleyişiyle ilişkilendirir.
  • 2.3. Süperego: Ahlak, Vicdan ve İçselleştirilmiş Normlar:
    Süperego, toplumsal değerlerin, ahlaki ilkelerin ve ebeveyn standartlarının içselleştirilmiş bir temsilidir. Egonun eylemlerini yargılayan ve suçluluk veya utanç duygularına neden olabilen bir vicdan görevi görür.4 Metinde geçen “Tanrı yemesine izin vermez” ifadesi, içselleştirilmiş ahlaki bir yasağın veya ilahi bir yargı duygusunun bir tezahürü olarak yorumlanabilir ve süperegonun etkisini yansıtabilir. Genel karamsar ton ve “kötülük” duygusu, süperegonun ahlaki tatminsizliği veya yargılamasından kaynaklanabilecek altta yatan bir ahlaki hoşnutsuzluk veya yargı duygusuyla ilişkili olabilir. Yasak bağlamında “Tanrı” referansı, süperegonun işleviyle uyumlu, güçlü, potansiyel olarak içselleştirilmiş bir ahlaki otorite figürünü düşündürmektedir. Süperego genellikle dini veya ahlaki terimlerle çerçevelenebilen toplumsal ve ebeveyn kurallarını içerir. Adamın nimetlerinden yararlanamaması (“Ama Tanrı yemesine izin vermez”) nedeniyle yaşadığı “acı bir dert”, süperegonun bu nimetlerden yararlanma konusundaki yetersizliğini yargılaması ve bunun sonucunda içselleşmiş suçluluk veya kendini kınama duygularıyla bağlantılı olabilir. Süperego, standartları karşılanmadığında egoyu suçluluk ve kaygı duygularıyla cezalandırır.

3. Motivasyonun Dinamikleri: Haz ve Gerçeklik İlkelerinin Oyunu

  • 3.1. Haz İlkesi: Anında Tatmin Arayışı:
    Haz ilkesi, sonuçları ne olursa olsun, ihtiyaç ve arzuların anında tatminini amaçlayan id’in itici gücüdür.5 Metinde, zenginlik ve statü (“mal, mülk, saygınlık”) elde etme gibi karakterlerin anında haz arayışıyla motive olabileceği durumlar analiz edilebilir. “İnsan hep boğazı için çalışır, yine de doymaz” ifadesinde betimlenen doyumsuz arzu, haz ilkesinin tatminin sürekli arayışını yansıtabilir. Başlangıçtaki “mal, mülk, saygınlık” birikimi, haz ilkesinin tatmin arayışı ve “hoşnutsuzluk”tan (yokluk) kaçınma dürtüsü olarak görülebilir. Kaynak ve sosyal statü elde etmek genellikle anında tatmin ve haz duyguları getirir. Birçok arzu yerine getirilmesine rağmen kalıcı tatmin bulunamaması, gerçek doygunluğa ulaşmada haz ilkesinin potansiyel bir çatışmasını veya sınırlamasını düşündürmektedir. Haz ilkesi, uzun vadeli mutluluk veya doygunluğa her zaman yol açmayabilecek anlık tatmine odaklanır.
  • 3.2. Gerçeklik İlkesi: Tatmini Erteleme ve Sonuçları Göz Önünde Bulundurma:
    Gerçeklik ilkesi, gerçekliğin kısıtlamalarını ve eylemlerin uzun vadeli sonuçlarını dikkate alarak haz ilkesine aracılık etme rolünü üstlenir ve bu genellikle tatminin ertelenmesine yol açar.11 Metinde, toplumsal normlara veya “Tanrı” tarafından dayatılan sınırlamalara dair herhangi bir ima gibi, gerçeklik ilkesinin işleyişine dair potansiyel örnekler analiz edilebilir. Metinde bahsedilen bilgelik, yaşamın zorluklarını aşmada gerçeklik ilkesinin anlaşılması ve uygulanmasını yansıtabilir. Zengin adamın zevkine yönelik yasak (“Tanrı yemesine izin vermez”), egonun id’in arzularını engellese bile, yüzleşmesi gereken dışsal bir gerçeklik olarak yorumlanabilir. Gerçeklik ilkesi, dışsal kısıtlamaları kabul etmeyi ve bunlara uyum sağlamayı gerektirir. Uzun ömürlü ancak tatminsiz adam ile hiç yaşamamış düşük çocuk arasındaki karşılaştırma, gerçeklik ilkesinin tatmin edici bir hayata yol açmadaki etkinliği hakkında örtük bir yorum sunabilir. Metin, tatmin olmaksızın uzun bir yaşamın değerini sorgulamakta ve potansiyel olarak egonun gerçekliği yönetme stratejilerinde bir başarısızlığa işaret etmektedir.

4. Arzunun Gölgesi: Kıskançlık, Rekabet ve Yasaklanmış Olan

  • “Tanrı yemesine izin vermez; bir yabancı yer” ifadesi özellikle Freud’un kıskançlık ve rekabet kavramları açısından ele alınacaktır.
  • 4.1. Kıskançlık:
    Freud’un kıskançlık kavramı, özellikle Oedipus kompleksi ve penis kıskançlığı bağlamında tanımlanır.15 Metin bu senaryoları açıkça içermese de, başkasının sahip olduğu arzu edilen bir şeyden mahrum kalma (“bir yabancı yer” – bir yabancı onu yer) teması daha geniş bir şekilde ele alınabilir. Zengin adamın sahip olduklarından yararlanamaması, bunu yapabilenlere yönelik bilinçdışı bir kıskançlıktan kaynaklanabilir mi? “Bir yabancı yer” ifadesi, zengin adamın kendi servetinden yararlanma hakkının elinden alındığı ve bilinmeyen bir kişinin bundan faydalandığı yönünde güçlü bir haksızlık ve potansiyel kıskançlık duygusu uyandırmaktadır. Kıskançlık, kişinin kendisinin sahip olmadığı veya mahrum bırakıldığı arzu edilen bir şeye başkasının sahip olduğu algısından doğar. “Acı bir dert”, başkasının kendi emeğinin meyvelerinden yararlandığı hissiyatıyla yoğunlaşan bu haksızlığa uğrama duygusuyla daha da artabilir. Kıskançlık genellikle öfke, hayal kırıklığı ve mutsuzluk duygularına yol açar.
  • 4.2. Rekabet:
    Freud’un rekabet kavramı, genellikle Oedipal bağlamda ebeveyn sevgisi için yarışma olarak görülür.15 Bu metinde, “yabancı”, adamın zevki veya emeğinin sembolik meyveleri için bir rakibi temsil ediyor olabilir mi? Metin, adamın tatmin olmasını engelleyen kader, yazgı veya daha yüksek bir güç (“Tanrı”) ile bir rekabeti ima ediyor olabilir mi? “Yabancı”, bilinçdışı bir rakibi sembolize edebilir ve bu rakip, adamın yararlanamadığı şeylerden yararlanma hakkını bir şekilde “kazanmış” olabilir, bu da hayal kırıklığı ve öfke duygularına yol açar. Rekabet, arzu edilen bir nesne veya sonuç için yarışmayı içerir. “Tanrı”nın bahsi, adamın arzularını engelleyen algılanan ilahi bir iradeyle bir rekabeti düşündürebilir ve bu da güçsüzlük ve acılık duygularına yol açar. Bireyler bazen mutluluk veya tatmin arayışlarında dış güçleri rakip olarak algılayabilirler.
  • 4.3. Yasaklanmış Arzular ve Bastırma:
    “Tanrı yemesine izin vermez” ifadesi, adamın haz yaşamasını engelleyen bastırılmış bir arzuya veya bilinçdışı bir yasağa işaret edebilir ve bu yasak, süperegonun bir parçası olarak içselleştirilmiş toplumsal veya ahlaki normlarla ilgili olabilir.2 “Yabancı”nın zenginliği yemesi, adamın kendi yasaklanmış arzularının sembolik bir dışavurumu olabilir mi? Yasak, zenginliğin tadını çıkarma konusunda bilinçdışı suçluluk duygusuyla bağlantılı, katı bir süperegodan kaynaklanan kendine dayatılmış bir yasak olabilir. Bastırma, kabul edilemez arzu veya dürtülerin bilinçdışına itildiği bir savunma mekanizmasıdır. “Yabancı”, adamın kendi reddedilmiş arzularının bir projeksiyonu olabilir, kendisinin yasaklanmış hissettiği şekillerde serbestçe keyif alabilen biri. Projeksiyon, kişinin kendi kabul edilemez duygu veya dürtülerini başkalarına atfettiği bir savunma mekanizmasıdır.

5. Varoluşun İkilikleri: Yaşam ve Ölüm Dürtülerinin Karşıtlığı

  • Uzun ömürlü ancak tatminsiz adam ile hiç yaşamamış düşük çocuk arasındaki karşılaştırma, Freud’un yaşam dürtüsü (Eros) ve ölüm dürtüsü (Thanatos) teorileri bağlamında analiz edilecektir.11
  • 5.1. Ölüm Dürtüsü (Thanatos):
    Thanatos, bilinçdışı bir ölüm, yıkım ve inorganik bir duruma geri dönme dürtüsü olarak tanımlanır ve sıklıkla saldırganlık, kendine zarar verme veya bir atalet duygusu olarak kendini gösterir.27 Hiç yaşamamış düşük çocuk, Thanatos’un yöneldiği nihai var olmama durumunu temsil ediyor olarak görülebilir. Uzun ömürlü adamın zenginliğine rağmen tatminsizliği, hayata karşı hayati bir bağlılık eksikliği, bir tür psikolojik “ölüm” veya ataleti yansıtabilir mi? Düşük çocuk, ölüm dürtüsünün nihai sonucunu, yaşam başlamadan önceki cansız duruma dönüşü somutlaştırmaktadır. Thanatos, ölüm ve yaşamın yokluğuna yönelik dürtüdür. Uzun ömürlü adamın maddi başarıya rağmen zevk alamaması, baskın bir ölüm dürtüsünün bir tezahürü olarak yorumlanabilir ve bu da bir tür duygusal veya psikolojik durgunluğa yol açar. Thanatos, sadece fiziksel ölüm olarak değil, aynı zamanda hayata ve zevklerine karşı bir ilgisizlik olarak da kendini gösterebilir.
  • 5.2. Yaşam Dürtüsü (Eros):
    Eros, yaşam, sevgi, yaratma, bağlantı ve türün korunmasına yönelik bilinçdışı bir dürtü olarak tanımlanır.27 Uzun ömürlü adam, tatmin olmamasına rağmen uzun bir yaşam sürmüştür ve bu da Eros’un varoluşu sürdürmedeki gücünü göstermektedir. Metin, Eros’un kendisine mutluluk getirmekte başarısız olduğu adamdan daha iyi durumda olan, hiçbir Eros deneyimi olmayan düşük çocuğun bir şekilde “daha iyi durumda” olduğunu mu ima ediyor? Adamın uzun yaşamı, mutluluk olmasa bile, yaşam dürtüsünün varoluşu sürdürmedeki temel gücünü göstermektedir. Eros, hayatta kalma ve yaşamın devamlılığına yönelik dürtüdür. Karşılaştırma, maddi bollukla dolu ancak duygusal veya psikolojik tatminden yoksun bir yaşamın, hiç yaşamamaktan daha az arzu edilir görülebileceği potansiyel bir paradoksu düşündürmektedir. Bu da yaşam dürtüsünün salt hayatta kalmanın ötesindeki gerçek amaçları hakkında sorular sormaktadır. Metin, sadece süresi değil, yaşam kalitesinin de önemli olduğunu ima etmektedir.

6. Tatminsizliğin Motoru: İd’in Bitmeyen Talepleri

  • “İnsan hep boğazı için çalışır, yine de doymaz” ifadesi, id’in doğuştan gelen doğası ve maddi zenginliğe rağmen sürekli tatminsizlik potansiyeli ile ilişkili olarak yorumlanmaktadır.2 Bu ifade, sürekli tatmin arayan ve tam veya kalıcı bir tatmin durumuna asla ulaşamayabilen id’in haz ilkesini nasıl yansıttığını tartışır. Bu ifade, bilinçdışı ihtiyaçlar tarafından yönlendirilen ve dışsal başarılarla asla tam olarak karşılanamayan temel bir insan çabası ve arzu durumunu vurgulamaktadır. İfade, id’in doyumsuz doğasını özetlemektedir – temel ihtiyaçlar (“boğaz” – geçim/beslenme ile sembolize edilir) karşılandığında bile, daha fazla ve farklı tatmin biçimleri için altta yatan dürtüler devam etmektedir. İd, sürekli olarak gerilimi azaltma ve tatmin arayışıyla karakterize edilen haz ilkesine göre işlev görür. Bu durum, id’in sınırsız arzuları ile egonun gerçekçi ve tatmin edici çıkış yolları bulma çabaları arasındaki potansiyel bir çatışmayı düşündürmektedir ve bu da sıklıkla sürekli bir çabalama ve altta yatan bir tatminsizlik duygusuyla sonuçlanır. Egonun id’in taleplerini gerçeklikle uzlaştırma çabaları, id’i asla tam olarak tatmin etmeyen uzlaşmalara yol açabilir.

7. Dünyayı Yönetmek: Ego İşlevleri ve Anlama Spektrumu

  • Bilge (“Bilgenin”) ve akılsız (“akılsızdan”) karakterler arasındaki karşılaştırma, egonun gerçekliği yönetme ve savunma mekanizmalarını kullanma rolü açısından incelenmektedir.2 Bilgelik, rasyonel düşünce (ikincil süreç düşüncesi), problem çözme ve gerçekliğe uyum sağlama yeteneğine sahip iyi işleyen bir egoyu temsil edebilir. Akılsızlık ise, belki de id’in dürtülerinin veya süperegonun katı taleplerinin daha fazla hakim olduğu, daha az gelişmiş veya bozulmuş bir egoyu gösterebilir. “Bilgenin akılsızdan ne üstünlüğü var?” sorusu, psikanalitik bir perspektiften, egonun içgörü ve dünyayla etkili etkileşim kapasitesine odaklanılarak analiz edilmektedir. Freud’un perspektifinden bilgelik, içsel dürtüleri ve dışsal gerçeklikleri etkili bir şekilde uzlaştırabilen, daha iyi yargı ve karar alma yeteneğine yol açan güçlü bir egoyla bağlantılı olabilir. Ego, akıl ve sağduyudan sorumludur. Akılsızlık ise, bu uzlaştırma konusunda daha az yetenekli bir egoyu gösterebilir ve bu da dürtüsel eylemlere veya gerçekliğin yanlış yorumlanmasına yol açabilir. Zayıf bir ego, id veya süperego tarafından bunaltılabilir. Sorunun kendisi, bilgelik daha fazla mutluluk veya tatmine yol açmıyorsa, değerinin potansiyel olarak sorgulanmasını önermektedir ve bu da daha önceki potansiyel avantajlara rağmen tatminsizlik temasını yansıtmaktadır. Metin, bilginin paradoksunu ve refah üzerindeki etkisini araştırmaktadır.

8. Algının Doğası: Arzu, Tatmin ve Hayal Kırıklığı

  • “Gözün gördüğü gönlün çektiğinden iyidir” ifadesi, Freud’un arzu, tatmin elde etme ve hayal kırıklığı potansiyeli kavramları çerçevesinde analiz edilmektedir.2 Bu ifade, fantezinin sınırlamalarını ve gerçekliğin, ne kadar sıradan olursa olsun, bilinçdışının genellikle gerçekçi olmayan arzularından daha tatmin edici olabileceği potansiyelini yansıtabilir. Bu durum, egonun gerçeklik testi yapma ve id’in ihtiyaçlarını karşılamak için gerçek dünyada nesneler bulma rolüyle ilişkilidir.4 Bu ifade, somut gerçekliğin bilinçdışından kaynaklanan potansiyel olarak idealize edilmiş ve genellikle ulaşılamaz arzulara (“gönlün çektiği” – kalbin çektiği/arzu ettiği) göre tercih edildiğini düşündürmektedir. Bilinçdışı arzular gerçekçi olmayabilir ve hayal kırıklığına yol açabilir. Bu durum, gerçekte mevcut olanı kabul etmenin ve takdir etmenin, kaçamak fantezilerin peşinden koşmaktan daha etkili bir tatmin elde etme yolu olduğu bir tür ego adaptasyonunu ima edebilir. Ego, gerçekçi tatmin için çabalar. Bu durum, orijinal, belki de kabul edilemez, arzunun gerçeklikte daha erişilebilir ve kabul edilebilir bir nesneye kaydırıldığı yer değiştirme kavramına da değinebilir. Yer değiştirme, ego tarafından kullanılan bir savunma mekanizmasıdır.

9. Varoluşsal Manzara: İçsel Çatışmalar ve Anlam Arayışı

  • Metindeki genel karamsarlık ve anlam arayışı, Freud’un bireysel içsel çatışmaları, toplumsal beklentilerin baskıları ve altta yatan varoluşsal kaygılarıyla ilişkilendirilerek ele alınmaktadır.1 Tekrarlanan “Bu da boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmaktır” ifadesi, bir faydasızlık duygusunu ve içsel bir anlam eksikliğini yansıtmaktadır. Freud’un bireyin dürtüleri ile uygarlığın kısıtlamaları arasındaki gerilimi bir hoşnutsuzluk ve kaygı kaynağı olarak nasıl gördüğü tartışılmaktadır.45 Metnin sonundaki sorular (“Çünkü gölge gibi gelip geçen kısa ve boş ömründe insana neyin yararlı olduğunu kim bilebilir? Bir adama kendisinden sonra güneşin altında neler olacağını kim söyleyebilir?”), yaşamın anlamı ve geleceğin belirsizliği hakkındaki temel varoluşsal kaygılar açısından analiz edilmektedir. Yaygın boşluk (“boş”) duygusu ve rüzgarı kovalama metaforu, maddi zenginlik veya sosyal statüyü aşan temel bir tatminsizliği düşündürmektedir ve bu durum çözülmemiş içsel çatışmalardan veya tatmin edici libidinal yatırımların eksikliğinden kaynaklanabilir. Freud, mutluluğun sevgi ve işten geldiğine inanıyordu ve bu alanlardaki bir eksikliğin boşluğa yol açabileceğini ima ediyordu. Kısa ve boş bir yaşamın amacına ve geleceğin belirsizliğine dair sorular, Freud’un “Uygarlığın Huzursuzluğu”nda ele aldığı insanlık durumunun temelini oluşturan varoluşsal kaygıları yansıtmaktadır. Genel karamsarlık, baskın bir ölüm dürtüsünün, yaşamın faydasızlığına ve ölümün kaçınılmazlığına dair temel bir duygunun bir tezahürü olarak yorumlanabilir. Thanatos, yaşamın sona ermesine yönelik bir dürtüyü temsil eder ve karamsar bir bakış açısı olarak kendini gösterebilir.

10. Sonuç: Metindeki İnsan Deneyiminin Psikanalitik Bir Yorumu

Analizden elde edilen temel psikanalitik bilgiler özetlenerek, metnin id, ego ve süperego, haz ve gerçeklik ilkeleri ve arzular, hayal kırıklıkları ve kaygılar arasındaki etkileşim gibi temel Freudyan kavramları nasıl yansıttığı vurgulanmaktadır. Freud’un teorilerinin, farklı kültürel ve tarihi bağlamlarda bile, sunulan pasajda tasvir edilen insan deneyiminin karmaşıklıklarını anlamak için değerli bir mercek sağladığına dair sonuç düşünceleri sunulmaktadır. Bu analizin Freudyan psikanalizine dayanan belirli bir yorum sunduğu, ancak diğer psikolojik veya edebi perspektiflerin farklı ancak eşit derecede geçerli metin anlayışları sağlayabileceği yinelenecektir.

CATEGORIES:

Uncategorized

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir